Bu makale telif hukuku kapsamında koruma konusu olan şeyin ne olduğunu tartışmaktadır. Bu hususta, uygulamada ilgili çevrelerde zaman zaman kafa karışıklıkları yaşandığı görülmektedir. “Telif hukukunda koruma konusu olan şey nedir?” sorusuna, her hangi bir eserin veya çeşitli eser kategorilerinin korumanın konusunu teşkil ettiği yönünde ilk etapta doğru denebilecek cevaplar verilebilir. Diğer yandan, salt olarak insanın kafasında beliren, ancak maddi olarak dış dünyada özgün bir üslupla şekillenmemiş soyut bir fikir ya da düşünce veya dış dünyada şekillenmiş olsa da niteliği ne olursa olsun her türlü ifade biçiminin telif hakları koruması kapsamında olduğu yönünde yanlış algı ve yaklaşımlarla karşılaşılabilmektedir.
Evet, telif hakları koruması teknik olarak “eser” kavramı üzerinde somutlaşmaktadır. Bununla birlikte, eser kavramının unsurlarını irdeleyerek ontolojik olarak koruma konusu olan asıl şeyin ruhunu açıklamak ve bu suretle eser ile sıradan olanı, doğada, toplumda ve bilimde hali hazırda var olan anonim/kamusal unsurlarla özgünlük hususiyet içeren yeni ve özgün ifade biçimleri arasındaki ayrımı ortaya koymak bazı kafa karışıklıklarını gidermek bakımından yararlı olacaktır.
5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) “eser” kavramını, “sahibinin hususiyetini taşıyan, ilim ve edebiyat, musiki, güzel sanatlar veya sinema eserleri olarak sayılan her nevi fikir ve sanat mahsulleri” olarak tanımlamaktadır (m. 1/B-a). Uluslararası hukukta da benzer şekilde genel kabul görmüş bu tanıma göre, bir fikir veya sanat ürününün “eser” sayılabilmesi için iki unsurun birlikte var olması gerekir. Bu unsurlardan esasa ilişkin olanı hususiyet, şekle ilişkin olanı ise Kanun’da tanımlanan kategorilerden herhangi biri şeklinde ve üçüncü kişiler tarafından algılanabilir düzeyde maddi dünyada vücut bulmuş bir ürünün varlığıdır (m. 2-6).
Doktrinde sübjektif unsur olarak da tanımlanan hususiyet unsuru, fikri bir faaliyet veya emek sarf edilmek suretiyle bireysel üslup ve yaratıcı güç ortaya konularak Kanunda tanımlanan kategorilerden herhangi biri şeklinde, özgün nitelikte bir ürün ortaya çıkarılması ile doğmaktadır. Bu kapsamda, korumayı haiz bir eserden bahsedebilmek için öncelikle bir olgunun, olayın, düşüncenin veya fikrin sıradan ya da herkesin yapabileceğinden farklı olarak özgün bir şekilde, hususiyet arz eden bir özellikte ifade edilmesi ve bu suretle dış dünyada somutlaşması gerekmektedir. Bu bağlamda, doğada ve toplumda var olan kavramlar, olaylar ve olgular, kelimeler, sıradan cümleler, salt olarak soyut fikir ve düşünceler ile topluma mal olmuş birçok anonim ifade biçimi tek başına telif hakları bağlamında korunmamakta; bunların hususiyet arz eder şekilde ifade ediliş biçimleri telif haklarının merkezine oturmaktadır.
Doğada ve toplumda hali hazırda var olan şeylerin başka bir şekilde ifade edilmesi pek de mümkün değil ise, bu noktada ortaya çıkan ürünün telif haklarına konu bir hususiyetinden bahsedilemeyecektir. Yargıtay içtihatlarında da benzer şekilde; düşük düzeyli anlatım ve yetersiz bilgilerin hususiyet içermediği, hususiyetin sıradan olmamayı ve belli bir düzeyi bulunmak kaydıyla yaratıcılığı zorunlu kıldığı üzerinde durulmaktadır (Yargıtay 11. H.D. T.09.05.2017, E.2015/12923, K.2017/2724).
Yukarıda değinildiği üzere, telif hukuku kapsamında hususiyet unsuru yanında aranan diğer bir unsur ise maddi/şekli niteliktedir. Doktrinde objektif unsur olarak da ifade edilen bu unsura göre; ortaya çıkan ürünün Kanunda belirtilen eser kategorilerinden biri olarak ve üçüncü kişilerce algılanabilecek düzeyde dış dünyada somutlaşması gerekir. FSEK kapsamında bu kategoriler; ilim ve edebiyat, müzik, sinema, güzel sanatlar (ve işlenme/derleme) kategorileridir (m. 2-6).
Bu kategorilerden biri şeklinde maddi dünyada somutlaşan bir ürünün sahibinin hususiyetini taşıyıp taşımadığının ve bu suretle telif korumasını haiz olup olmadığının tespiti bakımından somut olarak her vakayı veya ürünü kendi özel koşullarında değerlendirmek gerekir. Bununla birlikte, örneğin aşağı yukarı herkesin anlık olarak çekebileceği sıradan bir manzara fotoğrafı ya da gündelik olayları kayda alan sıradan bir video, belli bir konuda salt olarak ilgili mevzuat hükümlerini kopyalamak suretiyle aktarmak ya da sıralamakla yetinen ve sahibinin özgün ifade tarzını ve katkısını yansıtmayan yazılar, her hangi bir sosyal, ekonomik veya siyasi olgu ya da vakaya ilişkin olarak sıradan kaleme alınan ve gündelik dilde ifade edilen metinler, genel geçer nitelikte olan ve doğadaki sesler bire bir örnek alınarak oluşturulmuş ancak anlamlı ve özgün bir kompozisyon arz etmeyen müzik ritimleri, alelade yapılan bir çizim veya resim, matematiksel formülasyonlar ve çözümleri ile topluma mal olmuş geleneksel bilgiler gibi anonim nitelikte olan ve bireysel anlamda özgünlük içermeyen ürünler eser olarak nitelendirilemeyecektir.
Bu kapsamda, usulsüz iktibas ya da intihal iddialarını içeren her hangi bir uyuşmazlıkta, konunun telif hakları çerçevesinde değerlendirilebilmesi için öncelikle ihlale maruz kalan bir eserin varlığı aranır. Bunun ortaya konabilmesi için ise ilk olarak uyuşmazlık konusu fikir ve sanat ürününün bir bütün olarak hususiyetinin açıklığa kavuşturulması icap eder. Özellikle, ileri sürülen iddia ya da uyuşmazlık bir eserin belli bir bölümüne veya birkaç bölümüne ilişkin olarak ortaya çıkmışsa eserin bütününe ilişkin hususiyet tespiti yanında, ayrıca uyuşmazlık konusu bölümlere ilişkin de hususiyet değerlendirmesi yapılması, bir başka deyişle uyuşmazlık konusu bölümlerin özgün, hususiyet içeren ifade biçimleri olup olmadığının açıklığa kavuşturulması gerekir. Zira, “ilim ve edebiyat” kategorisinde yer alan bir yazı bir bütün olarak hususiyet, özgünlük içerir nitelikte bir edebiyat eseri niteliğini haiz olabileceği gibi, bu eser içeriğinde uyuşmazlığa konu herhangi bir cümle veya birkaç cümle ya da dize, bir paragraf, bir bölüm veya bu kesitlerden bir kaçının eserin bütününden ayrı tutulduğunda tek başlarına hususiyet taşımaması ve genel geçer nitelikte ya da anonim ifade biçimleri şeklinde karşımıza çıkmaları da muhtemeldir.
Konuyu somutlaştırmak bakımından aşağıda maddi olarak ilim ve edebiyat kategorisinde bulunan ifade biçimlerine yer verilmekte olup, ayrıca hususiyet bağlamında değerlendirilmektedirler:
Bir yılda dört mevsim vardır: Bunlar: İlkbahar, yaz, sonbahar ve kış’tır. İlkbahar ılık, yaz sıcak, sonbahar serin, kış ise soğuktur. (Mevsimleri konu edinen herhangi bir yazıda ya da bir kitapta yer alabilecek bir kesit)
Telif Hakları, eser sahiplerinin eserleri üzerindeki haklarını korur. Bu haklar mali ve manevi haklar olarak ikiye ayrılır. Eser kategorileri ise; ilim ve edebiyat eserleri, müzik eserleri, sinema eserleri ve güzel sanat eserleridir. (Telif haklarının kapsamını konu edinen herhangi bir makalede ya da kitapta yer alabilecek bir kesit)
Akşamlar geç, sabahlar erken, gün uzun olur … (kurgu)
Söz konusu örnekler; bir olgunun, bir oluşun veya bir kavramın açıklanması, betimlenmesi ya da tanımına ilişkin olarak ilgili alanların dilinde ve terminolojisinde ya da gündelik dilde yer alan, genel geçer nitelikte ve sıradan ifade biçimlerini haizdir. Diğer yandan, bu ifade biçimleri sıradan olmakla birlikte her bir parçasının bir araya gelişi itibariyle de hususiyet barındıran, özgün bir kompozisyona sahip değildir. Bu nedenle, anılan türden ifade biçimleri hususiyet arz etmediklerinden eser nitelikleri bulunmadığı veya eser niteliğini haiz bir ilim ve edebiyat ürününün hususiyet arz eden özellikte kesitleri olmadıklarından ihtilaf doğması durumunda telif hukukunca sağlanan korumadan yararlanamayacakları değerlendirilmektedir. Yukarıda değinilen Yargıtay kararında da ifade edildiği üzere; düşük düzeyli anlatım ve yetersiz bilgiler hususiyet içermemektedir. Hususiyet, sıradan olmamayı ve belli bir düzeyi bulunmak kaydıyla yaratıcılığı zorunlu kılmaktadır. (Yargıtay 11. H.D. T.09.05.2017, E.2015/12923, K.2017/2724).
Bu noktada, sıradan olmayan ve yaratıcılık içeren ifade biçimlerini de burada örneklendirmek yararlı olacaktır. Neslihan Semiz’in Said ve Shaya adlı romanından alıntılanan örnek mahiyetindeki aşağıdaki kesite bir göz atalım:
Susmak en iyisiydi şimdi. İnsan kendi vicdanını duyabiliyordu o zaman. İnsanları duyabiliyordu. Rüzgârın bir yaprağa değişini. Karıncanın ayak seslerini. Uzanan bir elin havadaki esintisini. Pencereye değen yağmur damlasının sesini. Dünyanın kendi etrafında dönüşünü. Kuşların kanat sesini. Konuşmak için önce susmak daha iyiydi. (Neslihan Semiz, “Said ve Shaya” Alfa Yayınları, İstanbul, 2017, s. 177-178.)
Bu kesitte, Yazar üzerinde durduğu susmak veya sessiz kalmak fiilleri ile insan duyularının ulaştığı yetiyi ve özgürlüğü kendine özgü bir üslup ile ifade etmekte olup, bunu yaparken sıradanlığa yer vermemektedir. Ayrıca, burada yer alan cümlelerin özgün bir kompozisyon ile bir araya getirildiği de görülmektedir. Bu ve benzeri türden ifade biçimleri ile bu ifade biçimlerini barındıran bir eser bir bütün olarak telif hukuku kapsamında koruma bulur. Bu bağlamda, hususiyet arz eden ifade biçimlerinin FSEK md. 35 anlamında usulsüz olarak iktibas edilmeleri, bir başka deyişle; eksik veya yanlış atıflar ile aynen, değiştirilerek veya mealen iktibas edilmeleri, usulüne uygun atıf yapılsa da maksadın haklı gösterebileceği nispet aşılarak alıntılanmaları, içeriğini ve niteliğini aydınlatma, yorumlama veya örnekleme gibi amaçlar dışında alıntılamaya konu olmaları durumunda ya da alıntılamayı yapan kişi tarafınca kendine mal edilerek içtihat ve doktrinlerde tanımını bulan inithal fiiline maruz kalmaları hallerinde eser sahibinin manevi ve mali haklarının (FSEK md. 14-16, 21-25) ihlali ortaya çıkar. Böyle bir durumda, telif hukukunca sağlanan koruma müesseseleri devreye girer (FSEK md. 66 -78).
Yukarıda yapılan tüm açıklamalar bağlamında, sonuç olarak şunu ifade etmek gerekir ki, hususiyet telif hukukunun merkezinde yer alan bir kavramdır. Telif hakları korumasında böyle bir yaklaşımın benimsenmesinin temel amacı; toplumsal hafızada bulunan olguları ve ifade biçimlerini kimsenin tekeline bırakmamak olup özgünlüğü, hususiyeti, yaratıcılığı, bir başka deyişle farklı olanın vücuda getirilmesini teşvik etmektir. Bir an olsun sıradan veya toplumun hafızasında bulunan olgulara ve genel geçer nitelikteki sıradan ifade biçimlerine hukuk sistemince tekelci nitelikte telif hakları gibi bir koruma tesis edildiğinin farz edilmesi durumunda, bu tekelci korumanın dilin kullanım özgürlüğünü veya bir bütün olarak ifade özgürlüğünü ortadan kaldıracağı açıktır. Bu durum ise topluma mal olmuş bir terminolojinin veya ifade biçimlerinin özgürce kullanılması suretiyle telif hakları korumasının nüvesinde yatan yaratıcılığın desteklenmesi ve yeni eserlerin üretiminin teşviki amaçları ile bağdaşmayacaktır. Bu anlamda, telif hukukunca sağlanan korumada sıradanlığa yer yoktur.
Comments 9