Haberin Dijitalleşmesi
Johann Carolus, 1605 yılında ilk gazeteyi çıkardığında, yatırımının korunması için hukuki koruma talep etti, ancak bu istemi reddedildi. Daha da önemlisi tarih boyunca yasa koyucular, toplumun haber alma özgürlüğü zarar görebileceği endişesiyle, haberi telif dışında bıraktılar. Bern, Roma, WCT ve WPPT gibi temel telif anlaşmalarında da bu yaklaşım benimsendi. Buna göre kaynak göstermek kaydıyla başkalarının haberini kullanmak kural olarak serbesttir. Bunu bir kitaba atıf yapmaya benzetebiliriz. Nasıl ki atıf yapılan kitabın yazarından izin almak gerekmiyorsa başkalarının haberinden alıntılarda da izne ihtiyaç yoktur. Yasa koyucuların bu tutumu, 2013 yılında Almanya’da gazetelere/basın yayıncılarına bağlantılı hak statüsü tanınıncaya kadar sürdü.
Peki, ne değişti?
Habere yatırım yapan gazeteler/basın yayıncıları, finansal ve organizasyonel yatırımlarını iki kalemden karşılıyordu: i) Gazete ve dergi gibi fiziki ürün satışı, ii) Reklam gelirleri. Ancak haberin dijitalleşmesine bağlı olarak 2000’li yılların başından itibaren fiziki ürün tirajları her geçen gün geriledi ve bugünlerde artık bazı gazete ve dergiler fiziken basılmıyor. Kan kaybı sürüyor ve muhtemelen yakın gelecekte haber tamamen dijitalize olacak ve bu gelir kalemi tümüyle ortadan kalkacak.
Haberin dijitalleşmesine bağlı olarak reklam gelirleri de dijital mecralara kaydı. Fakat habere yatırım yapanlar, dijital reklam pastasından istenen düzeyde payını alamadı.
Sorun global olup dünya genelinde gazeteler can çekişiyor.
Peki, pastayı kim yiyor?
Bu sorunun cevabını verebilmek için internetin mantığını anlamak lazım. Uzmanlara sorduğunuzda internetin dünya çapında birbiriyle ilişkili ağlar zinciri (world wide web) olduğu ve sahibinin de bulunmadığı cevabını alırsınız. Gerçek hiç de bu kadar basit değil; Google ve Facebook gibi dijital platformlar internetin eşik bekçileri (door keepers) durumundalar. İnternette iş yapmak istediğinizde, bu bekçilerden izin almalı, daha doğrusu onların sistemine dahil olmalısınız. Aksi halde size su bile içirmezler.
Bu platformlar içerik üretmezler; iş modelleri başkalarının içerikleri üzerine inşa edilmiştir. Sözünü ettiğimiz başkaları arasında sosyal medya kullanıcılarının yanında basın yayıncıları da vardır. Eşik bekçileri, buraya da el atarak haberi sistemlerine dahil ettiler. Bu platformlar, algoritmaların yardımıyla değişik kaynaklı içerikleri seçmekte, toplamakta, sınıflandırarak düzenlemekte, derecelendirmekte, özetlemekte ve endekslemek suretiyle okuyucuya bir platform üzerinden topluca yeniden iletmektedir. Deyim yerindeyse Google News gibi dijital platformlar internetten aldıkları haberleri yeniden paketleyerek okuyucuya sunuyor. Bu yeni oyuncular, (hem haber hem de haber dışı) içerikleri umuma iletmekle yetinmemekte, bunları işleyerek tümüyle kontrol etmektedir.
Reklam verenler Hürriyet, Milliyet gibi bireysel haber kaynakları yerine eşik bekçilerini tercih ediyor. Çünkü reklamları onlarca kat daha fazla sayıda okuyucuyla buluşuyor. Nitekim gazetelerin reklam gelirleri dramatik bir şekilde düştü ve bu gelirin neredeyse tamamına yakını dijital platformların cebine akmaya başladı. Örneğin, Avustralya’da yapılan bir araştırmaya göre dijital reklam gelirinin %53’ünü Google, %28’ini Facebook, %19’unu da gazetelerin de içinde bulunduğu diğer tüm aktörler alıyor (Link). ABD ve AB gibi ülke ve bölgelerde yapılan araştırma sonuçları da benzer nitelikte (Bu konuda bilgi için bkz. Cahit Suluk: “Avrupa Birliği Hukukunda Basın Yayıncılarına Tanınan Bağlantılı Haklar”, İMÜHFD, C. 7, S. 12/2022, s. 174 vd. – DergiPark Makale). Tam da bu nedenle gazeteler, dijital platformları bedavacılık (free riding) ve parazit rekabet (parasitic competition) yapmakla suçluyor (Furgal, Ula, “Ancillary Right for Press Publishers: An Alternative Answer to the Linking Conundrum?”, JIPLP, Y. 2018, Vol.13, No.9, s.). Robert Murdoch 2009 yılındaki bir beyanatında lafını esirgemeyerek Google’ı hırsızlıkla itham etti (Link).
İşin ilginç tarafı, gazeteler ve dijital platformlar dikey olarak birbirine bağımlı olmakla birlikte yatayda birbirinin rakibi. Üstelik bu rekabet dengeli de değil. Dikey bağımlılık nedeniyle gazeteler, dijital platformlardan vazgeçemiyor. Aksi halde internet trafikleri dramatik bir şekilde düşer. Google ile zıtlaşan Alman ve İspanyol gazeteler bu durumu 2010’lu yılların ortalarında acı bir şekilde tecrübe ettiler. Hatta sırf bu yüzden, o yıllarda yeni hakların bayraktarlığını yapan Almanya’nın en büyük yayın kuruluşu Axel Springer, Alman meslektaşlarını yarı yolda bıraktı ve içeriklerini ücretsiz olarak Google’a kullandırmayı kabul etti (Suluk 180.). Bu adımın da etkisiyle Almanya’nın 2013 düzenlemesi çalışmaz hale geldi.
Haberin Telifi Olur mu?
Google’a göre link vermek, aynen bir kitap ya da makaleye atıf yapmak gibidir ve bu da geleneksel olarak telif korumasının istisnasına giriyor. Dolayısıyla alıntı (kırpıntı) yapmak için kimsenin iznine ihtiyaç yoktur.
Haber yatırımcısı gazeteler ise ayaklarının altındaki zeminin kaydığının, haberin dijitalleşmesine bağlı olarak yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduklarının farkındalar. Bu nedenle Avrupalı gazeteciler 2009 yılında Hamburg Bildirgesini yayımlayarak hukuki koruma talep ettiler. 1605’te Carolus’unkinden farklı olarak bu sefer gazetelerin talebi karşılık buldu ve önce Almanya (2013), ardından İspanya (2014) haberi telif korumasına aldı. Kızıl kıyamet koptu. Google’ın taktikleri her iki düzenlemeyi de çalışmaz hale getirdi. Bunun üzerine AB düzeyinde harekete geçilerek 2016 yılında AB Komisyonu, içinde basın yayıncılarına bağlantılı hak statüsünü de barından 2019/790 sayılı Dijital Tek Pazar Yönerge Taslağını kamuoyu ile paylaştı. Bu sefer büyük kıyamet koptu. AB, serin kanlı bir şekilde bu düzenlemeyi 2019 yılında yürürlüğe koydu (Bu düzenlemenin detayı hakkında bilgi için bkz. Suluk 183 vd.). Bir sürü itiş-kakışın ve sancılı bir sürecin ardından başta Google olmak üzere dijital platformlar “yeni telif haklarını” tanıdı ve bedel ödemeyi kabul etti.
Özetle, başlıktaki haberin telifi olur mu sorusuna AB “evet” dedi. Rekabet yaklaşımını benimseyen Avustralya da Şubat 2021’de yürürlüğe koyduğu bir yasayla benzer bir sonuca ulaştı. Esasen bu gelişme telif hukuku tarihinde yeni bir aşamayı ifade ediyor.
Türkiye’de Durum Nedir ve Ne Yapmalı?
Türk hukuku batı hukukundan iktibas edilmiştir. Yaşayan hukuk dinamik olup iktibas süreci devam ediyor. Fikri mülkiyet mevzuatımız, büyük ölçüde konuya ilişkin uluslararası anlaşmalar ve AB müktesebatından iktibastır. Bu çerçevede 1951 tarih ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK), 1907 tarihli Alman Telif Yasasından iktibas edilmiştir. Dolayısıyla yukarıda sözünü ettiğimiz haber telif istisnasına girer mantığı FSEK’te de karşılığını bulmuştur (m. 36). Hatta haber maksadıyla eserlerden yapılacak alıntıya da geniş imkan tanınmıştır (m. 37).
Profesyonel gazeteciliğin yok olmasını önlemek için Türkiye üç adımda soruna çözüm getirebilir:
I) Yasal Düzenleme:FSEK’in mer’i hükümleri geleneksel yaklaşımla kaleme alındığı için soruna çare olamaz. Bu yüzden AB müktesebatına uyumlu bir şekilde FSEK’e 80/A hükmü eklenerek basın yayıncılarına bağlantılı haklar tanınmalıdır.
II) Meslek Birliği:Büyük yayın kuruluşlarının ön ayak olmasıyla alanda yeni bir meslek birliği kurularak toplu hak takibinin hukuki ve fiili zemini oluşturulmalıdır.
III) Toplu Hak Takibi ve İhtilafların Çözümü: Dijital platformların karşısında gazetelerin çok cılız yapılar olduğu hatırda tutulmalıdır. Bu yüzden bireysel hak takibi yerine uygulama yeknesaklaştırılarak toplu hak takibi modeli benimsenmelidir.
FSEK’in toplu hak takibine ilişkin hükümleri oldukça sorunlu olup çalışmamaktadır. Bu yüzden basın yayıncıları ile dijital platformlar arasında yaşanabilecek potansiyel ihtilafların halli için FSEK’te zorunlu tahkime yer verilmeli ve Anayasa’ya aykırılığın önüne geçebilmek adına tahkim kararları yargı denetimine tabi tutulmalıdır.
*Bu yazı daha önce bu linkte yayımlanmıştır.