Bir sahne gösterisinin adı olarak hafızalarda yer eden “Sultans of the Dance” ibaresi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (HGK) kararına konu oldu (HGK, 2017/11-85 E., 2018/209K., 14.02.2018 T.). Kararda, bir dans gösteri olarak koreografisi yapılan bir eserin ismi bakımından markaya ilişkin hukuki taleplerden doğan uyuşmazlık söz konusu.
“Sultans of the Dance” ibaresinin marka olarak tescili talebinin -yeni adı ile- Türk Patent ve Marka Kurumu (Türk Patent), Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu (YİDK) tarafından ret kararına karşı açılan iptal istemine ilişkin davada Yerel Mahkeme, Sultans of the Dance” ibaresinin dava dışı bir kişi tarafından meydana getirildiğini, markasal kullanım hakkının daha önce yapılan sözleşme ile davalıya tanındığını, daha sonra ise yine yazılı bir mutabakat ile bu hakkın ortadan kaldırılmasına ilişkin bir mutabakat olsa da bu mutabakatın geçersiz olduğunu belirterek davanın kısmen kabulüne karar vererek YİDK kararının iptaline karar verdi.
Yargıtay ise, davanın marka hukukundan kaynaklandığını, tarafların aralarında daha önce imzaladıkları markanın kullanılmamasına ilişkin protokolün geçerli olduğunu belirterek Yerel Mahkeme kararını bozmuştur. Yerel Mahkeme’nin direnme kararı üzerine, dava dosyası Yargıtay HGK önüne gelmiştir. HGK, dava konusu uyuşmazlığın 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) hükümlerine göre mali ve manevi hakların kullanılmasından kaynaklanmadığını, markaya ilişkin olduğunu, taraflar arasında imzalanan markanın (sahne gösterisinin adı olan “Sultans of the Dance” ibaresi) taraflarca kullanılmayacağına ilişkin protokolün geçerli olduğunu belirtmiştir.
Başka bir ifade ile Yargıtay, markaya ilişkin bir hakkın kullanımına ilişkin olduğu gibi kullanılmamasına ilişkin olarak sözleşme yapılabileceğini içtihat etmiştir.
Olayda bir eserin adının marka olarak tescil ettirilmek istenmesi sonrasındaki hukuki uyuşmazlık dava konusu edilmiş. Eser adı telif hukuku uyarınca eserin bir parçası olarak koruma altındadır. Ayrıca eser adının marka, haksız rekabet ve tasarım hukuku ile korunması da mümkün.
Yerel Mahkeme, söz konusu kararında fikri ürünün FSEK kapsamında ve Türk Medeni Kanunu (TMK) kapsamında korunması yönünde karar vermiş, FSEK 16/3, 60 ile TMK’nun 23. maddeleri uyarınca dava dışı olan ve aynı zamanda eserin koreografisini yapan kişi tarafından bu ibarenin kullanılamayacağına dair yapılan mutabakatın geçersiz olduğuna hükmetmiştir. Bu noktada eser üzerindeki manevi hakka aykırı bir durum olup olmadığı ve manevi hakkın karara etken olup olmadığı hususları üzerinde durulabilir. Yerel Mahkeme kararında manevi hakkın ihlal edildiğine ilişkin açık bir ifade yer almıyor.
Manevi haklar; eserin umuma arzedilip edilmemesini, yayımlanma zamanını ve tarzının münhasıran eser sahibine ait olmasını ifade eden umuma arz yetkisi, sahibinin adını veya takma adını belirtmesi yahut adsız olarak umuma arz veya yayma yetkisini barındıran adın belirtilmesine ilişkin yetkiler, eserde değişiklik yapılmasını men etme ile eser sahibinin zilyet ve malike karşı sahip olduğu haklardan oluşuyor. Manevi hakkın devri mümkün değil, ancak kullanım yetkisi üçüncü kişilere bırakılabiliyor. Manevi hakların eser sahibine eser bağlamında kişiliğini koruması için tanınmış olduğu kabul ediliyor. Yerel Mahkeme’nin gerekçesinde yer alan FSEK md. 16/3 ise bunun somut görünümü niteliğinde. Eser sahibi eğer eserin bütünlüğü bozulmuş, eser tahrif edilmiş ise ya da eser sahibinin şeref ve haysiyetine zarar veren eser üzerindeki değiştirmeleri md. 16/3 uyarınca men etme hakkına ve hatta men etme yetkisine ilişkin bir sözleşme yapılmış bile olsa bundan vazgeçme hakkına sahip. Karara göre, Yerel Mahkeme- her ne kadar bu maddelere dayansa da- eserin mahiyet ve hususiyetini bozan veya eser sahibinin şeref ve hasiyetini zedeleyen nitelikte eser üzerinde yapılan bir değişiklik olduğuna ilişkin bir tartışma söz konusu değil.
Yargıtay ise bu uyuşmazlığın marka mevzuatına ilişkin olduğunu ayrıca davanın tarafları arasında imzalanan bir protokol ile marka ve mali hakların kullanımına kısıtlama getirilebileceğine hükmetmiş. Fikri bir ürün hem eser hem de marka konusu elbette olabilir. Bu hallerde kümülatif (çoklu) koruma ilkesi geçerlidir. Fikri ürünün hangi mevzuata göre korunduğunun tespiti büyük önem arz ediyor. Nitekim bu kararda uyuşmazlığa hangi mevzuatın uygulanacağı öncelikle tespiti yapıldıktan sonra hüküm veriliyor. Kümülatif yani çoklu koruma ilkesi olarak adlandırılan ve hukukumuzda benimsenen bu ilke; aynı anda fikri ürünün birden fazla mevzuatın koruması altında olması için gerekli tüm şartları üzerinde taşıması halinde mümkündür. Fikri mülkiyet hakları, konu karardaki olayda olduğu gibi iç içe geçmiş haldedir. Bu noktada hangi mevzuata göre hakkın talep edildiği uygulamacıların dikkat etmesi gereken önemli bir noktadır.
Uygulamacılar bakımından bu kararın yol gösterici en önemli yanı, fikri ürünlere ilişkin sözleşmeler hazırlanırken ve haklar yönetilirken, öncelikle uygulanacak mevzuatın çok iyi tespit edilmesidir. Bu tespit yapılıp, sözleşmelere ve hukuki metinlere doğru bir şekilde işlenmesi sağlanarak olası hukuki problemlerin önüne geçilmesi sağlanabilir.
Comments 12